Şeriatın kötü saydığı işlerden, sırf kötü oldukları için pişman olup vazgeçmek ve Allah'a dönmek.
"Tevbe" kelimesinin sözlükteki asıl manası ilk asla "dönmektir". Bu mana ile bağlantılı olarak tevbe, kula nisbet edildiği zaman, arızî olan günah halini bırakıp aslî olan salâh haline dönmek anlamına gelir. Allah'a nisbet edildiği zaman da talî olan gazab bakışından, aslî olan rahmet bakışına dönmek anlamını verir. Bunun için tevbe-nin şerl manasında hem kulun, günahını itiraf edip ondan pişmanlık duyarak bir daha yapmamaya kararlı olması, hem de Allah'ın da bu müracaü kabul ederek günahı bağışlaması anlamlan vardır. "Tevb" de tevbe demektir. Ancak bunun "tevbe"nin çoğulu olduğunu söyleyenler de vardır. "înâbe" terimi de tevbeye yakın bir anlamdadır. "Tevbe" teriminde sözü edilen, "sırf kötü olduğu için dönme" özelliğinden ötürü, vicdanında o kötülüğün çirkinliğini duyduğundan dolayı değil de, bedenine, malına veya haysiyetine zarar vermesi gibi bir korku ya da ümit sebebiyle vazgeçmesi tevbe sayılmaz. Tevbe, yaptığı bir kabahatin bir menfaatini görse dahi, onun çirkinliğini düşünüp, tiksinerek vazgeçmektir. Bu yüzden Hz. Ali bir bedevi'nin "estağfirullah ve etûbu i 1 eyk=Allah'ım, beni bağışlamanı dilerim ve sana tevbe ederim" dediğini duyunca, "Be adam! Çabuk çabuk tevbe etmek yalancıların tevbesidir. Gerçek bir tev-bede altı şartın bulunması gerekir: Günaha pişmanlık, far/lan kaza etmek, yediği haklan iade etmek, haklarını yedikleriylc helal-laşmak, bir daha dönmemeye karar vermek, nefsi, günahlarla büyüttüğü gibi Allah'a ila-atta eritmek ve ona masiyetlerin tadını tattırdığı gibi taatların acısını tattırmak." Bu anlamlan destekleyen bir ayet-i kerimede: "Allah'ın kesinlikle kabul edeceğini va'd ettiği tevbe ancak bilmeyerek kötülük yapıp da sonra çok geçmeden tevbe eden, günahında ısrar etmeyen kimselere aittir. Yoksa fenalıkları yapıp yapıp da, sonunda herbiri-ne ölüm gelip çattığında, ben şimdi tevbe ettim diyenlere ve de kâfir olarak ölenlere tevbe yoktur" buyurulur. Bu ayetten hareketle İslâm alimlerinin çoğu levbenin "fevri" (günaha düşülür düşülmez) yapılmasının vacip olduğu görüşündedirler. Binaenaleyh, bir günaha düşüldüğü anda tevbe edilmemesine de aynca tevbe etmek gerekir.
Bu konuda ölçü şudur: Hayattan ümit kesme ve ölüm anından önce küfürden tevbe edip iman etmek makbuldür. Ama can çıkma (nez) anında küfürden tevbe edip iman etme makbul değildir. îmandan sonra hayırlı işler yapabilecek bir zaman bulunmalıdır. Fakat fasık mü'minin son nefesin-deki tevbesi de kabul edilebilir. Çünkü mü'minlere "Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin" buyrulmuştur. Ne var ki, o andaki tevbenin kabul edileceği kesin değildir. İslam'da hiç günah işlemeyen insanların oluşturduğu bir toplum idealizmi yoktur. Hatla bir hadiste: "Eğer siz hiç günah işle-meseydiniz, Allah sizi yok eder ve günah işleyip, hemen arkasından da tevbe eden bir kavim yaratırdı" buyurulur. "Mü'minlerin ekine benzediği, günah rüzgârlanyla eğilip, tevbe ile hemen doğrulduğu" anlatılır. Yine Allah Rasulu: "Hayırlı olanlarınız çeşitli fitne ve imtihanlara maruz kalıp, çokça tevbe edenlerinizdir." "Kulunun tevbe etmesinden Allah, korkunç ve ıssız bir çölde her türlü erzakını taşıyan devesini kaybedip, bulma ümidini kestikten sonra karşısında gören yolcunun sevindiğinden daha çok sevinir". "Günahlarından tevbe eden, hiç günah işlememiş gibidir" buyurur.
Kur'an-ı Kerim'de "tevbe" ve türevlerinin 86 defa geçmiş olması Allah'ın tevbe'ye verdiği önemi anlatır. Tevbe Hz. Adem'le başlar ve Allah'ın razı olduğu kulluğun en belirgin vasfını temsil eder. Karşıtı ise inat, kibir ve hatada bile bile ısrardır ve bunlar da şeytanın ve şeytan tiynetindeki insanların özelliğidir. Adem hata etmiş ve tevbe etmiştir, şeytan ise isyan etmiş ve kibirlenerek isyanında ısrar etmiştir. Allah da onu ebediyyen ateşte bırakacağını söylemiştir. Adem (a.s.) ise hatasını anlayıp tevbe etmiş, Allah da onun tevbesini kabul etmiştir. Bir ayette de "(evbe"nin "nasûh" olması istenir. "Nasûh" kelimesinin aslında halis ve saf olma, bir söküğü dikip yırtığı yamayarak düzeltme manalara bulunduğu için islam alimleri "nasûh tevbe"nin: halis (samimi), ciddi, temiz ve insanın dinini çok tamir edecek etkili bir tevbe olduğunu söylerler. Nitekim Allah Rasulüne: "Nasûh tevbe nasıl olur?" diye sorduklarında: "Kulun yapmış olduğu günaha öyle pişman olup ve Allah'a öyle özür dilemesi, sonra da o günaha öyle dönmemesidir ki, sütün memeye dönmeyeceği gibi" buyurmuştur. îbn Abbas da "nasûh tevbe"yi: "Kalp ile pişmanlık duymak, dili ile istiğfar (bağışlamayı dilemek), beden ile günahlardan kopmak, içinden de bir daha dönmemeye karar vermek" diye tanımlamıştır.
Faruk BEŞER
16 Ekim 2008 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder