16 Ekim 2008 Perşembe

TEVBE

Şeriatın kötü saydığı işlerden, sırf kötü oldukları için pişman olup vazgeçmek ve Allah'a dönmek.

"Tevbe" kelimesinin sözlükteki asıl ma­nası ilk asla "dönmektir". Bu mana ile bağ­lantılı olarak tevbe, kula nisbet edildiği za­man, arızî olan günah halini bırakıp aslî olan salâh haline dönmek anlamına gelir. Allah'a nisbet edildiği zaman da talî olan gazab bakışından, aslî olan rahmet bakışına dönmek anlamını verir. Bunun için tevbe-nin şerl manasında hem kulun, günahını iti­raf edip ondan pişmanlık duyarak bir daha yapmamaya kararlı olması, hem de Allah'ın da bu müracaü kabul ederek günahı bağış­laması anlamlan vardır. "Tevb" de tevbe demektir. Ancak bunun "tevbe"nin çoğulu olduğunu söyleyenler de vardır. "înâbe" terimi de tevbeye yakın bir anlamdadır. "Tevbe" teriminde sözü edilen, "sırf kötü olduğu için dönme" özelliğinden ötürü, vicdanında o kötülüğün çirkinliğini duydu­ğundan dolayı değil de, bedenine, malına veya haysiyetine zarar vermesi gibi bir kor­ku ya da ümit sebebiyle vazgeçmesi tevbe sayılmaz. Tevbe, yaptığı bir kabahatin bir menfaatini görse dahi, onun çirkinliğini düşünüp, tiksinerek vazgeçmektir. Bu yüz­den Hz. Ali bir bedevi'nin "estağfirullah ve etûbu i 1 eyk=Allah'ım, beni bağışlamanı di­lerim ve sana tevbe ederim" dediğini du­yunca, "Be adam! Çabuk çabuk tevbe et­mek yalancıların tevbesidir. Gerçek bir tev-bede altı şartın bulunması gerekir: Günaha pişmanlık, far/lan kaza etmek, yediği hak­lan iade etmek, haklarını yedikleriylc helal-laşmak, bir daha dönmemeye karar vermek, nefsi, günahlarla büyüttüğü gibi Allah'a ila-atta eritmek ve ona masiyetlerin tadını tat­tırdığı gibi taatların acısını tattırmak." Bu anlamlan destekleyen bir ayet-i kerimede: "Allah'ın kesinlikle kabul edeceğini va'd et­tiği tevbe ancak bilmeyerek kötülük yapıp da sonra çok geçmeden tevbe eden, güna­hında ısrar etmeyen kimselere aittir. Yoksa fenalıkları yapıp yapıp da, sonunda herbiri-ne ölüm gelip çattığında, ben şimdi tevbe ettim diyenlere ve de kâfir olarak ölenlere tevbe yoktur" buyurulur. Bu ayetten hare­ketle İslâm alimlerinin çoğu levbenin "fevri" (günaha düşülür düşülmez) yapıl­masının vacip olduğu görüşündedirler. Bi­naenaleyh, bir günaha düşüldüğü anda tev­be edilmemesine de aynca tevbe etmek ge­rekir.

Bu konuda ölçü şudur: Hayattan ümit kesme ve ölüm anından önce küfürden tev­be edip iman etmek makbuldür. Ama can çıkma (nez) anında küfürden tevbe edip iman etme makbul değildir. îmandan sonra hayırlı işler yapabilecek bir zaman bulunmalıdır. Fakat fasık mü'minin son nefesin-deki tevbesi de kabul edilebilir. Çünkü mü'minlere "Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin" buyrulmuştur. Ne var ki, o anda­ki tevbenin kabul edileceği kesin değildir. İslam'da hiç günah işlemeyen insanların oluşturduğu bir toplum idealizmi yoktur. Hatla bir hadiste: "Eğer siz hiç günah işle-meseydiniz, Allah sizi yok eder ve günah iş­leyip, hemen arkasından da tevbe eden bir kavim yaratırdı" buyurulur. "Mü'minlerin ekine benzediği, günah rüzgârlanyla eğilip, tevbe ile hemen doğrulduğu" anlatılır. Yine Allah Rasulu: "Hayırlı olanlarınız çeşitli fitne ve imtihanlara maruz kalıp, çokça tev­be edenlerinizdir." "Kulunun tevbe etme­sinden Allah, korkunç ve ıssız bir çölde her türlü erzakını taşıyan devesini kaybedip, bulma ümidini kestikten sonra karşısında gören yolcunun sevindiğinden daha çok se­vinir". "Günahlarından tevbe eden, hiç gü­nah işlememiş gibidir" buyurur.

Kur'an-ı Kerim'de "tevbe" ve türevleri­nin 86 defa geçmiş olması Allah'ın tevbe'ye verdiği önemi anlatır. Tevbe Hz. Adem'le başlar ve Allah'ın razı olduğu kulluğun en belirgin vasfını temsil eder. Karşıtı ise inat, kibir ve hatada bile bile ısrardır ve bunlar da şeytanın ve şeytan tiynetindeki insanların özelliğidir. Adem hata etmiş ve tevbe et­miştir, şeytan ise isyan etmiş ve kibirlene­rek isyanında ısrar etmiştir. Allah da onu ebediyyen ateşte bırakacağını söylemiştir. Adem (a.s.) ise hatasını anlayıp tevbe et­miş, Allah da onun tevbesini kabul etmiştir. Bir ayette de "(evbe"nin "nasûh" olması is­tenir. "Nasûh" kelimesinin aslında halis ve saf olma, bir söküğü dikip yırtığı yamaya­rak düzeltme manalara bulunduğu için is­lam alimleri "nasûh tevbe"nin: halis (samimi), ciddi, temiz ve insanın dinini çok tamir edecek etkili bir tevbe olduğunu söylerler. Nitekim Allah Rasulüne: "Nasûh tevbe na­sıl olur?" diye sorduklarında: "Kulun yap­mış olduğu günaha öyle pişman olup ve Al­lah'a öyle özür dilemesi, sonra da o günaha öyle dönmemesidir ki, sütün memeye dön­meyeceği gibi" buyurmuştur. îbn Abbas da "nasûh tevbe"yi: "Kalp ile pişmanlık duy­mak, dili ile istiğfar (bağışlamayı dilemek), beden ile günahlardan kopmak, içinden de bir daha dönmemeye karar vermek" diye ta­nımlamıştır.

Faruk BEŞER

Hiç yorum yok: