16 Ekim 2008 Perşembe

FİTNE

Lügat manası altının ve diğer madenlerin; ateşe atılmak suretiyle, halisini sahtesinden ayırmak, demektir. Bunun dışında, bir insana düşüncelerinden ve inançlarından ayırmak için İşkence etmek, denemek, aklım ifsat et­mek ve zorbalıkla kalbini değiştirmeye çalış­mak gibi manalara da gelir. İslami ıstılahta: "Allahü Teala (cc)'dan imtihan için gelen be­lâ, musibet, azab ve musibet, azab ve buna benzer nefsin hoşlanmadığı fiilleri ifade ettiği gibi, İnsanların birbirlerine zulüm etmesine de fitne denilir" şeklinde tarif edilmiştir.

Kur'an-ı Kerim'de "Fitne" kavramı farklı an­lamlarda kullanılmıştır. Şimdi bunları sırasıy­la gözden geçirelim.

1- İnsanı deneme manastndaki fitne: Kur'an-t Kerim'de: "-Her can (nefis) ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de, şer ile de, (fitne olarak) deniyoruz. (Nihayet sonunda) Ancak bize döndürüleceksiniz" (En­biya; 35) hükmü beyan buyurulmuştur. Bura­daki "Ncblûkûm bi'ş-şerri vc'l hayri fitne" iba­resi; İnsanın başına gelen (isabet eden) hayrın ve şerrin birer fitne (birer deneme vasıtası) ol­duğunu haber vermektedir. İnsana herhangi bir hayır isabet eder de, şükredemez veya her­hangi bir şerre (musibete) muhatap olur da, sabredcmezse; ruhlar aleminde verdiği mi-sak'a sadtk kalması güçleşir. İşte bütün İnsan­ların; sürekli olarak imtihana tabii tutulduğu dünya hayatı, bu açıdan denemelerle (fitneler­le) doludur. Yine bir başka ayet-i kerime'de: "İnsanlar (yalnızca) inandık demeleriyle bıra-kılıvereceklerinİ, kendilerinin imtihana çekil­meyeceklerini mi sandılar? Andolsun, biz on­lardan evvelkileri de imtihan etmişizdir. Allah elbette sadık olanları da bilir, elbette yalancı olanları da bilir" (Ankebût; 2-3) hükmü beyan buyurulmuştur. bu ayet-i kerime; iman ettikle­ri için türlü işkencelere ma'ruz kalan müslü-manlar hakkında nazil olmuştur. Mekke'deki 'Tebliğ dönemi'nde"; işkenceler altında inle­yen mü'minlerin, imtihana tabii tutulduğunun bariz bir delilidir. Aynı mahiyette olan bir baş­ka deneme de; silâhlı mücadelenin (Kıtafin) farz kılınmasından sonra gündeme girmiştir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: "(Ey Mü'minler) Yoksa siz sizden evvel geçenlerin hali başını­za gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandı­nız? Onlara Öyle yoksulluk(lar) ve sıkmtı(lar) gelip çattı ve (çeşitli belâlarla) öyle sarsıldılar ki, hatta peygamber(leri) maiyetindeki mü'-minlerle birlikte: "Allahu Teala (cc)'nın yardı­mı ne zaman?" diyordu. Gözünüzü açın, Al­lah'ın yardımı yakındır muhakkak" (Bakara; 214) hükmü beyan buyurulmuştur. İmam-ı Ta-beri'ye göre bu ayet; Hendek savağı sırasında mü'minlerin çektikleri zahmet ve sıkıntılar üzerine İnmiştir. Bir başka rivayete göre;

Uhud savaşında müslümanlann uğradıkları fe­lâket üzerine nazil olmuştur. İbn-i Abbas (ra)'dan gelen rivayete göre İse; "Resûl-İ Ek­rem (s) ve ashabı Medine'ye hicret edince, bir çok açıdan zarara uğramışlardır. Çünkü müs-lümanlar; evlerini, mallarını ve kıymetli eşyala­rını kafirlere bırakarak hicret etmişlerdir. İşte bu ayet; hicret yüzünden uğradıkları sıkıntı ve zararlardan dolayı müslümanları teselli için in­miştir". Bu üçüncü rivayet, diğerlerinden daha kuvvetlidir. Zira Uhud savaşı; Al-i İmran sûre-si'nde, Hendek savaşı ise "Ahzab" sûresinde anlatılmaktadır. Bu ayetin Bakara sûresinde yer alması; kendilerinden önce gelen ayetlerle ilgisinden dolayıdır. HzAdem (as)'den itiba­ren; tevhid mücadelesine gönül veren insanla­rın tamamı, değişik fitnelerle (mali sıkıntı, iş­kence vs) denenmişlerdir. Bu ayette "Sünne-tûllah'ın mahiyeti" hatırlatılmakta ve hicret so­nucu güç duruma düşen mü'minlere, teselli ve­rilmektedir. Bu aynı zamanda bir müjdedir.

2-Yeryüzünü Fesada Venne Manasmdaki Fit­ne: Kur'an-ı Kerim'de: "Sizinle savaşanlarla, Allah yolunda savaşın. Fakat (haksız yere sal­dırıp) aşırı gitmeyin. Şüphesiz ki Allah aşırı gi­denleri sevmez. Onları (size harb açanları) ne­rede yakalarsanız öldürün. Onları sizi çıkar­dıkları yerden (Mekke'den) çıkarın. Fitne çı­karmak, adam öldürmekten (katilden) beter­dir. Onlar Mescid-i Haram yanında; o mekan­da sizinle savaşıncaya kadar, siz kendileriyle savaşmayın. Fakat (Mescid-i Haram içerisin­de) sizi öldürürlerse, siz de onları öldürün. Ka­firlerin cezası böyledir. Bununla beraber, si­zinle savaşmaktan vazgeçerlerse, siz de (bıra­kın) vazgeçin. Şüphesiz ki Allah çok yarlığayı-cı, hakkı ile esirgeyicidir. Fitne(den eser) kal-mayıncaya, din de (şunun bunun değil) yalnız Allah'ın oluncaya kadar, onlarla savaşın. Vaz­geçerlerse artık zalimlerden başkasına hiçbir husumet yoktur" (Bakara; 190-193) hükmü be­yan buyurulmuştur. Burada geçen fitne; yeryü­zünde fesad çıkarmak manasınadır. "Vc'l fit-netû eşeddû mine'1-katl" hükmü; fesadın yayıl­ma ve bütün insanlığa şamil olma, özelliğine işarettir. Nitekim bir başka ayette "Ve'l fitne-tû ekberû mine'l kati" (Bakara; 217) buyurul-

muştur.

Yani "fitne; İnsan öldürmekten (katliam­dan) daha büyüktür. Tarih boyunca; yeryüzü­nü fesada veren müşriklerin gayretleri birer fitnedir. Enfal Sûresi'nde: "Yeryüzünde fitne­den eser kalmayıncaya ve din tamamiyle Al­lah'ın oluncaya kadar onlarla (kafirlerle, müş­riklerle, mürtedlerle) savaşınız. Eğer (yeryü­zünü fesada vermekten) vazgeçerlerse, onları bırakın, şüphesiz ki Allah, ne yapacaklarını hakkı ile görücüdür" buyurulmuştur. Bütün ta-ğuti sistemler; yeryüzünde fesad çıkarma gay-retindedirler. "Fitne" kelimesi; Allahu Teala (cc)'ya isyan eden ve yeryüzünde fesadın yayıl­masını arzulayan, siyasi güçlerin mahiyetini ifade için kullanılabilir.

3- İşkence ve Azab Manasmdaki Fitne: Kur'an-ı Kerim'de: "Hakikat mü'min erkekler­le, mü'min kadınları fitneye uğratıp, sonra da tevbe etmeyenler (yok mu?,) Onlar için cehen­nem azabı vardır. Onlar İçİnfcir de yangın aza­bı" (Buruc; 10) hükmü beyan buyurulmuştur. Mü'minleri hendeklere doldurup akla-hayale gelmedik işkenceleri uygulayan ve sonunda ateşle yakan kafirlerin (Ashab-ı Uhdud'un) durumu haber verilmektedir. Bu ayetteki "Fİt-ne"; kafirlerin işkencesi manasındaır. Bir baş­ka ayet-İ kerime'de: "(Onlara) "Fitnenizi tadı­nız. İşte (dünyada) çarçabuk (gelmesini) iste­diğiniz bu idi" denilir" (Zariyat; 10) buyurul­muştur. Allahü Teala (cc)'ya isyan eden; he­sap gününü unutarak yeryüzünde fesad çıka­ran kafirlerin, ahirette görecekleri azabın ma­hiyeti, "Fitne" olarak isimlendirilmiştir. Dola­yısıyla bu ayetteki fitne kelimesi azab manası­nadır.

4- İnsanın kendi kendini aldatması manasın-daki fitne: İslam'a kalben teslim olmayan; bu­na mukabil dilleriyle iman ettiklerini ilan eden münafıkların, ahiretteki durumlarıyla il­gili olarak Allahu Teala (cc) şu hükümleri İn­dirmiştir: "(Münafıklar) Onlara (mü'minlere) bağrışırlar: "Biz sizinle (dünyada) beraber de­ğil miydik?" (Mü'minler) "Evet" derler (bera­berdik) Fakat kendinizi bizzat kendiniz fitne­ye uğrattınız (Hep mü'minlerin felâketini) gö­zettiniz! (İslam dini hakkında) şüpheye düştünüz!.. Sizi kuruntular (tûl-i emel, çok yaşama sevdası) aldattı!.. Sizi o çok aldatan (Şeytan, Tağut, dünya) Allah'a karşı bile aldattı. Niha­yet işte Allahu Teala (cc)'nm emri gelip çattı" (Hadid; 14). Burada geçen "Velâkin-nekûm fetentüm enfûseküm" hükmü; insanın kendi kendini fitneye uğratmasının mümkün olduğu­nu haber vermektedir. İnsanın kendini aldat­ması İçin bir çok vesile ortaya çıkabilir. Nite­kim bir başka ayet-i kerime'de: "Bilin ki; mal­larınız da, evlâdlannız da, ancak birer fitne­dir. (Asıl) Büyük mükâfat ise şüphesiz ki Al­lah katındadır" (Enfal; 28) hükmü beyan buyu-rulmuştur. İnsanın; İslami hududlan tahrip edecek derecede, makama, mala ve evlada düşkünülğü, başh-başına bir fitnedir. Çünkü bu gayr-i meşru sevgiler; İnsanın, kendi kendi­ni fitneye düşrümesiyle vesile olabilir.

5- Mü'minleıin bİrbitieritıe düşmesimcmasın-dakijîtne: (Fırkaiaıu ayntma): Mü'minler için en tehlikeli (ve en acı olan) fitne; kendi içle­rinden çıkan İslami nassları heveslerine göre tevil edenlerin faaliyetleridir. Mü'minlerin bey'atla, gayr-i müslimlerin zimmet akdi ite bağlandığı ve İslami hükümlerin galip olduğu Darû'l İslâm'ı tahrip gayreti!.. Emevi Kralı Yezid'le birlikte başlayan ve mü'minlerin siya­si haklarına el koyan; zalim yönetimlerin işle­diği cinayetler, en tehlikeli fitnedir. Kur'an-ı Kerim'de "Bir de öyle bir fitneden sakının ki, o (fitne) içinizden yalnız zulmedenlere çat­maz (bütün insanlığa sirayet eder ve mü'min-leri perişan eder) Hem bilin ki Allah, şüphe­siz azabı çetin olandır" (Enfal; 25) hükmü be­yan buyur ulmuşt ur. Kadı Beyzâvî: "Bu ayette, sakınılması emredilen fitneden maksad, neti­cesi bütün insanlığa sirayet eden günahlardır. Gayr-i meşru İşlerin yayılması, mü'minlerin vahdetinin parçalanması, bid'at ve hurafele­rin zuhuru gibi!,. İyiliklerin emredilmesİ ve kö­tülüklerin yasaklanması durur, mü'minler ci-had hususunda tembelliğe düşerlerse, bu fitne derhal ortaya çıkar" diyerek, önemli bir mahi­yete işaret eder.

Muteber hadis mecmualarında; "Kitabu'l-Fİ-ten" veya "Babu'l-Fİten" başlığını taşıyan tfb-lümlere dikkat ettiğimiz zaman, çevremizin fit-

nelerle dolu olduğnuu kavrarız. Dünyaya hiç ölmeyecekmiş gibi bağlanmak bir fitnedir. Küfrün galip geldiği; Tağuti güçlerin insanları horve hakir kıldığı toplumlarda, onlarla uzlaş­mayı esas alan her türlü düşünce bir fitnedir. Deccal fitnesi, Kabir fitnesi ve Bel'am fitnesi; nasslarla haber verilmiştir. Allahu Teala fitne­nin her türlüsü ile insanları imtihana tabii tu­tar. Kimin gerçekten İslâm'a bağlı kaldığını; kimin fitneler kanşsında zaafa uğrayıp, imtiha­nı kaybettiğini tesbit kolay değildir.

Sonuç olarak; Allahu Teala'nm indirdiği hü­kümlerle doğruların geçerli olmadığı bütün toplumlarda; küfür, fesad ve tuğyan, siyasi ikti­dar durumuna gelmiş demektir. Bu vasıftaki bütün toplumlarda cihad; akil-baliğ olmuş her mü'min üzerine farz olan bir ibadettir. Kim ci-had'dan uzak kalırsa; bizzat kendi kendini al­datma manasındaki, fitne'nİn içine düşer!.. Günümüzdeki en büyük fitne; Allahu Te-ala'ya isyan eden güçlerin karşısında zaaf ala­meti belirterek, onlarla cihad etmekten uzak­laşmak ve boyun eğmektir. Mü'minler; fitne'-lerin birer imtihan vesilesi olduğunu bilmeli ve meşru hududlara riayet hususunda gayretli olmalıdırlar.

Hüsnü AKTAŞ FİYAT

Fiyat, paha, kıymet, değer, semen, bedel an­lamına gelir. Bir mal veya hizmetin elde edile­bilmesi için yapılması gereken ödeme, veril­mesi gereken miktarıdır. Bir mal veya hizme­tin bir biriminin mübadele değerinin para cin­sinden ifadesidir. Veya bir mal veya hizmetin diğer mal veya hizmetlerle mübadele edildiği nisbettir. Örneğin satın alınan bir çift ayakka­bı karşılığında ödenen para miktarı ayakkabı­nın; 1 metre kumaş için yapılan ödeme kuma­şın; saç kestirme veya bir adet pantolon diktir­me karşılığında berbere veya terziye verilen para miktarları saç kestirme veya pantolon diktirme hizmetlerinin fiyatlarıdırlar. Bir dev-leı dairesinde memur olarak çalışan birinin al­dığı maaş;bİr işçinin günlük, haftalık veya ay­lık olarak aldığı ücret memur veya işçi çalıştır­ma karşılığında ödenen fiyatlardır. Nihayet 1 kgelmanm2kgportakalla veya 1 metre kumaşın 3 kg çayla mübadele edildiği bir durumda, 1 kg elmanın portakal cinsinden fiyatının 2; 1 metre kumaşın çay cinsinden fiyatının İse 3 ol­duğu söylenir.

Fiyatın söz konusu olabilmesi için bir müba­dele veya bir alışverişin mevcut olması lazım­dır. Yukarıdaki izahlardan, böyle bir mübade­lenin ya bir mal ile başka bir mahn değiş to­kuş edilmesi suretiyle doğrudan doğruya veya para vasıtasıyla olabileceği anlaşılmaktadır. Fiyatın anlamı da bu iki duruma göre farklılık arzedecektir. Eğer bir malın veya hizmetin de­ğeri başka bir mal veya hizmet cinsinden ifade ediliyorsa, bu durumda söz konusu olan, "nis­pî fiyat"tır. Belki binlerce yıl önce, malların fi­yatları başka mallar cinsinden ifade edilirdi. Bu, mübadele edilen her mal miktarının, bir diğer mahn fiyatını teşkil ettiği takas (tram­pa) sisteminden başka birşey değildir. Yukarı­daki Örneğe benzer bir şekilde, 1 kg çay 2 met­re kumaş ile veya bir çift ayakkabı 4 metre ku­maş ile mübadele ediliyorsa, malların fiyatı muayyen kalitedeki 1 metre kumaş cinsinden ifade edilmek istenirse, çayın kumaş cinsin­den fiyatının 2; ayakkabının kumaş cinsinden fiyatının 4 olduğunu söyleyebiliriz. Hesap biri­mi olarak çay seçildiğinde, aynı mübadele nis-betlerinin geçerli olduğunu farzederek, 1 met­re kumaşın fiyatının 1/2 kg çaya; bir çift ayak­kabının fiyatının İse 2 kg çaya eşit olacağını söyleyebiliriz.

Görüldüğü gibi takasta her mübadele için bir nispî fiyat söz konusudur. Mübadele iki mal arasında cereyan ederse bir nispî fiyat; üç mal arasında cereyan ederse üç nispî fiyat; dört mal arasında cereyan ederse altı nispî fi­yat ve nihayet (n) mal arasında cereyan eder­se n (n-l)/2 kadar nispî fiyat mevcut olacak­tır. Mallardan birinin kıymet ölçüsü olarak alındığı durumla alınmadığı durum arasında fark vardır. Mallardan birinin kıymet ölçüsü olarak alınması halinde nispî fiyat sayısı (n-1) kadar olacaktır. Bu durumda nispî fiyat sayısı­nın ne kadar azaldığı aşikârdır: Meselâ müba­dele 100 mal arasında cereyan ediyorsa, biri­nin kıymet ölçüsü olarak alınması durumunda nispî fiyat sayısı 100-1 - 99; alınmaması duru-

munda 100 (100-l)/2 = 4950 olacaktır. Bu, pa­ranın mübadele vasıtası olarak kullanılmaya başlamasının sağladığı kolaylığı göstermekte­dir.

Önceleri bazı mallar, daha sonraları üstün özelliklerinden dolayı altın ve gümüş, insanlar arasında, hatta milletlerarası seviyede ödeme vasıtaları olarak kullanılmışlardır. Para ola­rak seçilen mal hesap birimi olarak kabul edi­lip, diğer malların fiyatlarının onun cinsinden ifade edilmesi yoluna gidilmiştir. Malların fi­yatlarının para cinsinden ifade edilmesi halin­de, artık nispî fiyat değil "mutlak fiyat" veya "gerçek fiyat" söz konusu olacaktır. Yukarıda da ifade edildiği gibi, bir malın mutlak fiyatı, o malın elde edilmesi sırasında verilmesi ge­rekli olan para miktarıdır. Günümüzde, son derece geri kalmış bölgeler hariç, dünyanın hemen her tarafında, fiyatlar milli paralar ile (ABD Doları, Batı Alman Markı, Türk Lirası, Kuveyt Dinarı v.s.) Ölçülmektedir.

Malların neden birer fiyatlarının olduğu me­selesi son derece önemlidir ve eskiden beri münakaşalara konu olmuştur. İlk ve orta çağ­larda, fiyat normatif açıdan değerlendirilmiş ve daha çok fiyatın hangi yükseklikte olması gerektiği üzerinde durulmuştur. "Adil fiyat" doktrini buna örnek olarak gösterilebilir. İkti­sat ilminin kurulmaya başlamasıyla birlikte, fi­yatı neyin tayin ettiği problemi üzerinde durul­maya başlanmıştır. Klasik İktisatçılar, fiyatın tayininde hakim faktörün maliyet (arz tarafı) olduğu fikrini savunmuşlardır. Fiyatlar malla-rm üretim maliyetlerine eşittir. Piyasa fiyatı maliyet civarında dolaşır. Neo-Klasik-Marjina-list Ekol ise, fiyatın tayininde sübjektif faktör­lere önem verir. Fiyatın kaynağı faydadır (ta­lep tarafı). Nihayet arz ve talebi bir makasın iki koluna benzeten A.Marshall, fiyatların tayi­ninde maliyet (arz) ve fayda (talep) faktörle­rinden her İkisinin de önemli olduğu görüşü­nü savunarak yukarıdaki iki görüşü uzlaştırma­ya çalışmıştır.

Fiyatların piyasalarda nasıl teşekkül ettiği hususu da önemlidir. Fiyatların teşekkülünde iktisadi sistem ve piyasa şekilleri büyük rol oy­namaktadır. Serbest piyasa ekonomilerinde,

fiyatlar tam rekabetten monopole (tekel) ka­dar yayılan çeşitli piyasa şekilleri İçerisinde te­şekkül etmekte, hatta devlet tarafından da za­man zaman tespit edilmektedir. Tamamen te­orik bir modelden ibaret olan tam rekabet pi­yasasına gerçek hayatta rastlanmamaktadır. Ancak, bazı malların piyasalarında (mesela bazı tarım ürünleri) tam olmasa bile buna ya­kın bir piyasa şekli söz konusu olabilmektedir. Böyle bir piyasada, fiyatlar tamamen arz ve ta­lep kuvvetlerinin karşılıklı etkileşimiyle teşek­kül etmektedir. Bazı mallarda ise (örneğin ba­zı sanayi mamulleri) durum böyle değildir. Bu malların fiyatları aksak rekabet şartları altın­da (monopol, düopol, oligopol, monopolcü re­kabet) teşekkül etmektedir. Bir malın bir tek satıcısı varsa (tekel), o malın fiyatı satıcı tara­fından bizzat belirlenir. Bazan da firmalar kendi aralarında anlaşarak sattıkları mamulle­rin fiyatlarını tespit ederler. Devlet te savaş za­manlarında ve bazı hallerde de barış zamanla­rında çeşitli mülahazalarla fiyatları tespit ede­bilmektedir.

Merkezi planlamanın uygulandığı ekonomi­lerde, fiyatlar, genelde merkezî otoriteler tara­fından empoze edilmektedir. Bununla bera­ber, bazı tüketim mallan ve tarım ürünlerinin fiyatlarına müdahele edilmektedir. Fakat bu ekonomilerde emek faktörünün fiyatı merke­zi otorite tarafından belirlenmektedir.

Fiyat, ekonomide anahtar bir role sahipti. Bu, en barîz bir şekilde serbest piyasa ekono­milerinde görülmektedir. Hangi malların, han­gi kaynaklar kullanılarak ne miktarlarda üreti­leceği meseleleri fiyatlar sayesinde halledilir. örneğin arzına nisbetle talebi artan bir malın fiyatı yükselmeye başlar. Bu, o malın üretildi­ği endüstrideki kârlan yükseltir. Piyasada da­ha önce mevcut olanlar üretimlerini artırırlar­ken, bu arada endüstriye yeni firmalar da gi­rer. Sözkonusu malın üretiminde hangi kay­nakların kullanılacağı da üretim tekniğinin im­kan verdiği ölçüde söz konusu kaynakların (ü-retim faktörlerinin) fiyatlarına göre belirlenir. Üreticiler kendilerine en ucuza malolacak fak­tör kombinezonunu teşkil etmeye çalışırlar ve dolayısıyla daha ucuz olan üretim faktörlerini

tercih ederler. Üretimden pay alınması da fi­yatlar yardımıyla olur. Üretimde rol alan üre­tim faktörlerinin sahipleri, üretimdeki rolleri karşılığında, sahip oldukları faktörler için pi­yasada geçerli olacak fiyata bağlı olarak gelir elde ederler. Fiyatı yüksek olan faktörlere sa­hip olanların gelirleri, diğerlerine kıyasla da­ha yüksek olacaktır. Böylece Üretim ve bölü­şüm meselesinin halledilmesinde fiyat çok önemli bir rol oynamaktadır.

Özetlemek gerekirse fiyat malların ve hiz­metlerin mübadele kıymetinin para ile ifadesi­dir. Hangi mal veya hizmet elde edilmek iste­nirse onun İçin bir fiyat ödemek gerekir. Mal­ların değerleri diğer mallar cinsinden ifade edildiğinde nispî fiyatlar, para cinsinden ifade edildiğinde mutlak fiyatlar söz konusu olmak­tadır.

Mal ve hizmetlerin fiyatı, tamamen serbest bir şekilde piyasa kuvvetlerinin etkisinden devlet tarafından tespit edilmeye kazar uza­nan geniş bir yelpaze içerisinde belirlenir. özellikle serbest piyasa ekonomilerinde fiyat­lar hangi malların, nasıl ve hangi miktarlarda üretileceğinden üretimin nasıl bölüşüleceğine kadar bir çok problemin halledilmesinde son derece önemli bir role sahiptir.

M.Hanifi ASLAN Bk. Piyasa; Neo-Klasik İktisat; Ücret.

Hiç yorum yok: